Günümüzde spor tamamen endüstri ve ticaret oldu... Her ne kadar sporu profesyonel ve amatör olarak ayırsak da, paranın girmediği hiç bir alan kalmadı. Bu nedenle de işler oldukça zorlaştı...
Futbolun en dip noktasına kadar giren para, artık en büyük aktör durumunda. Böyle olunca da, ekonomisini düzeltemeyip dama diyenler her geçen gün artıyor...
Mazilerindeki onur ve gurur kadar, başarının doruk noktasına ulaşmış, kentini, şehrini, ülkesini uluslararası arenada başarıyla temsil etmiş pek çok kulüp, bugün bitkisel hayatta “yaşam ile ölüm” arasında can çekişir durumda...
Buna örnek o kadar fazla... Üstelik yenileri de ekleniyor...
Sizin hiç aklınıza gelir miydi, Karşıyaka basketbol takımının bugün düştüğü duruma geleceği?..
Kesinlikle sorunun cevabı “Hayır” olacak!..
“Pınar gitsin, yüzlercesi sırada” diyenler. Şimdi nerede?
Saklanmayın, inkâr etmeyin!..
Şu anda tek gerçek var; o da sponsor bekleyişi... Acaba, Can Yücel’in dediği gibi “Beklemek güzeldir ama doğru durakta” mı?
İsterseniz bir de Aziz Nesin’in sözüne kulak verelim: "Artık ne gelmek, ne de gitmek... Yaşamın en zor yanı; beklemek..."
Her şey güzel olacak diye düşünmeden edemiyoruz ama rüya görmüyor, gerçeklerle yüzleşiyoruz... Ülkemizde “Basketbol diye yazılır, Karşıyaka diye okunur” sözünün sahibi efsane takım, 15 yıl sonra ilk kez uluslararası arenada yer almayacak!..
Şu anda takım oluşturmayan, şube yönetimi, teknik kadrosu, sponsoru, bütçesi olmayan durumda. Takım mutlaka kurulacak. Avrupa yok. “Süper Lig” ve “Türkiye Kupası”nda ter dökecek!
Şöyle bir geriye doğru gidersek, Karşıyaka’nın ilk Avrupa Macerasına takımla birlikte giden “ilk ve tek gazeteci” olarak bu duruma üzülmemek elde değil...
O günden sonra, Karşıyaka basketbol takımını Avrupa’da görmek, alkışlamak ve onun başarılarına destan yazmak sadece bana değil, ülkemizdeki tüm meslektaşlarıma nasip oldu. Özellikle son 15 yılda Türk basketbolunu Avrupa’da başarı ile temsil ederken gurur yaşattı. 2012-2013 sezonunda FIBA Euro Challenge, 2020-2021 sezonunda FIBA Basketbol Şampiyonlar Ligi finali oynayan Karşıyaka, harikalar yaratmasına karşın inanılmaz hatalar sonucunda iki kupayı da finalde kaybetti. 2015-2016 sezonunda ise Avrupa basketbolunun en doruk noktasına çıktı, Türk basketbolunu EuroLeague’de temsil etti...
Bu sezon ne yazık Avrupa Karşıyaka’yı izleyemeyecek.
“Ne var bunda?” demeyin...
Karşıyaka’nın gittiği her yurt dışı karşılaşmasına tribünlerde Türk seyircileri ellerinde yeşil kırmızılı flamalarla görmek olası... O gün şehir şenleniyor ve “Kaf Sin Kaf” sesleriyle adeta bir festival havası yaşanıyor... İşte Avrupa bundan mahrum kaldı!..
Avrupa Kupalarında, ilk olarak 50 yıl önce (1975-1976 sezonu) Koraç Kupası'nda mücadele hakkı kazanan Karşıyaka, Bulgaristan'dan Tcherno More Varna takımıyla eşleşti, yenilerek bir üst tura yükselemedi.
Türkiye Basketbol Ligi’nde ilk şampiyonluğunu kazandığı 1986-87 sezonunda Fransa Pau Orthez basketbol takımı ile eşleşen Karşıyaka ilk maçını Pau’da oynadı.
Pau, Fransa'nın Yeni Akitanya bölgesine bağlı Pyrénées-Atlantiques ilinin başkenti olan komün (Kendini yönetme hakkına sahip olmak). Pirene Dağları'nın kuzeyinde yer almakta olup, Atlantik Okyanusu’ndan 100 km, İspanya'dan 50 km uzaklıkta. Sizin anlayacağınız, İspanya’ya sınır...
Bu şehirdeki maça Karşıyaka basketbol takımı ile giden tek gazeteciydim. İzmir-İstanbul-Paris-Pau aktarmalı uçuş sonrası şehre vardık. Yenilgi dışında her şey çok güzeldi. Harika anılar yaşadık. Çok kısa bir süre önce kaybettiğimiz Ateş Özerk’i burada anmak istiyorum. Nice anılarımız, Karşıyaka basketboluna inanılmaz katkıları olan ve adeta Karşıyaka basketbol ile yaşayan Ateş ağabey nurlar içinde uyusun... İnşallah en kısa zamanda onun adı bir basketbol salonunda yaşatılır...
İstanbul Paris seferinde uçak, Charles de Gaulle Hava alanına indi. Buradan otobüsle aktarma yaparak, Paris Orly Hava Alanına geçtik ve Pau’ya kalkacak uçak, İstanbul-Paris uçağının aksine küçük bir uçaktı. Tamamen ova olduğundan da fazla yükselmedi, havanın rüzgârlı oluşu da buna etken diye düşünüyorum... Yanılmış da olabilirim. İşin ilginç tarafı sık sık türbülansa girip de sallanınca Ateş ağabey çığlığı basıyordu... Bir iki üç derken, yine bir çığlık sonrası arkadan oyunculardan biri seslendi:
“Ateş ağabey merak etme, tarlaya girdik. Rahat ol!..”
Gerisini anlatmama gerek yok, Ateş ağabeyin cevabı herkesi yerlere yatırdı...
Güzel bir otelde konakladık...
Sabah Ateş ağabey, Tahir Türetken (Allah rahmet eylesin, nur içinde uyusun) Seyhan Evlioğlu ile birlikte ev sahibi takımın yöneticisi maçın oynanacağı salona götürdü. Araçtan indiğimizde balık haline gelmiştik. Herhalde işi var, uğrayacak dediğimizde İngilizce “Salon burası” dedi. Şaşırdık. “Balık hali” dediğimizde, güldü. “Akşama görürsünüz” diyerek bizi şehirde dolaştırdı ve “Oyuncular alış verişi burada yapabilir” diyerek rehberlik yaptı.
Elbette gazeteci olarak haberi yapınca da “Gündüz balık pazarı, gece spor salonu” haberim Hürriyet’te manşetten yayınlandı, maçın da önüne geçti.
Otele döndüğümüzde odalara çıkmak için asansöre bindiğimizde kısa bir süre sonra asansör durmaz mı? Çalışmıyor!
Halk arasında kapalı alanda kalma korkusu olarak bilinen klostrofobisi olduğunu o an öğrendiğimiz Ateş ağabeyin bağırışı oteli ayağa kaldırdı...
Neyse ki, fazla uzun sürmedi. Asansör hareket etti...
Gerçekten de gündüz balık satılan o çarşı gece spor salonuydu ve hiç bir koku da yoktu... Maç oynadı, sabah Pau’dan Paris Orly Hava Alanına indik. Uçağımız Charles de Gaulle Hava alanından kalkacaktı. Arada da 8 saatlik bir zaman dilimi vardı. Paris’i gezmek için bir fırsattı ki, bunu da değerlendirdik. Kafile başkanı olan Tahir Ağabey saati belirledi ve gruplar halinde gezmemizi önerdi. Fazla dağılmadık. Biz grup halinde dolaşırken elbette ilk olarak Eyfel Kulesi oldu, gördüğümüz yer... Sonra Zafer Takı’nın bulunduğu 8. Bölgedeki Şanzelize Caddesi'nden L’Elysee... Vakit dardı. Tahir Ağabey “Gelin sizi Lafayette’ya götüreyim” dedi. Gördüğüm ilk AVM’ydi ve muhteşemdi...
Dönüşte taksilerle havaalanına dönecektik ki, yürürken bir anda Tahir ağabey şaşkın bir şekilde karşısında gördüğü adamla sarmaş dolaş oldu... Sonra bize döndü. “İzmirlidir. Çok samimi arkadaşım. Yıllardır İzmir’de karşılaşmadık, Paris’te denk geldik. Şaşkın ve sevinçliyim” dedi...
Dünya ne kadar küçük değil mi?
Bir ayağı Fransa’da olan arkadaşı bizimle biraz yürüdü ve taksi bulamayacağımızı, havaalanına metro ile gitmenin en doğru yol olduğunu söyledi, metro istasyonuna kadar götürdü. İlk kez de metroya Paris’te binmiş olduk...
O tesadüf Tahir ağabeyi arkadaşı ile karşılaştırmasa biz taksi beklerken, uçağı kaçıracaktık!..
İşte sporda uluslararası arenada olmanın da bir farkı bu... Hiç ummadığın an, dostlarla buluşabiliyorsun! Spor, oyun sahasındaki mücadeleden çok fazlası...
Paris Metrosu yer altında bir şehir sanki...
Neyse ki, zamanında yetiştik. Havaalanında pasaport kontrolünden sonra kafileyi ve İstanbul’a gidecek Türk vatandaşlarını küçücük bir bekleme salon diyemeyeceğim, oda gibi bir yere aldılar. Ne ihtiyacını görebilirsin, ne yiyecek, içecek bir şey alabilirsin. Çıkışı bile yok... Neymiş efendim; güvenlik önlemi!.. Ama yanımızdaki camlı koridordan diğer salonlara gidenleri görüyorduk... Seyahatteki tek tatsız olayımız yenilgiden sonra bu olmuştu...
Paris İstanbul uçuşu neşeli geçti. Atatürk Havaalanına 01.30 sıralarında indik... İzmir’e ilk uçak sabah 06.00’daydı ve herkes koltukların üzerinde uçak saatini bekledi!..
Spor, oyun sahasındaki mücadeleden çok fazlası...

Yorum Yazın
Facebook Yorum