MENU
  • YAŞAM-TURİZM
  • ALIŞVERİŞ
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • ETKİNLİK TAKVİMİ
  • RÖPORTAJLAR
  • GAZETE MANŞETLERİ
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • İLETİŞİM
  • Foto Galeri
  • Web TV
  • Yazarlar
  • Anketler
  • Nöbetçi Eczaneler
Kimse Duymasın
DOLAR34.0692
EURO37.7489
GR ALTIN2730.4
ÇEYREK4491.1
İzmir
Kimse Duymasın
Kimse Duymasın
  • GÜNCEL
  • MEDYA
  • SAĞLIK
  • MAGAZİN
  • TEKNOLOJİ
  • KÜLTÜR-SANAT
  • SPOR
  • EĞİTİM
  • EKONOMİ
  • SİYASET
  • ÇEVRE
Kapat

Taklit; şakşakçılığın en içten çeşididir

Ana SayfaYazarlarAVNİ ERBOY
01 Şubat, 2022, Salı 11:24 499
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Taklit; şakşakçılığın en içten çeşididir

Bazı insanların yaşam boyunca felsefesinde bulunan ögelerden birisi de, gerçekçilikten uzaklaşmamaktır. Bazen gerçekler oyununu oynamaya çalışan ama her zaman yüzüne gözüne bulaştıranlara şöyle bir güler geçeriz.
Meslek ve özel yaşamımızda havasını atamayacağımız hiçbir şeye sahip olmamaya özen gösterdik. Bunu taklitçiler asla anlayamadı. Zaten anlayamazlar da…
Çok çeşitli örnekleme yapabiliriz. Bizim ve diğer mesleklerden başlayın, spora kadar gidin ve içine girin ki göresiniz…
Gazetecilik bir meslekse ve ona saygı duyuyorsak, sevgiyi de göstermeliyiz. Aynı şekilde karşımızdakine de bunları hissettirmekten öte profesyonelliğimizi kanıtlamak zorundayız.
Son dönemde dijitalleşen dünyada yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan yazılı basın, başta kâğıt olmak üzere tüm girdilere üst üstte gelen zamlarla ufaldıkça ufaldı… Neredeyse kırıntı halini aldı!
Hep diyoruz; “Basın bitti. Gazeteciliğin sonuna geldik. Gazeteciler iş bulamaz oldu ve başka işlere yöneliyor.”
Doğru…
Bir de madalyonun diğer yüzüne bakıyoruz ki;  gezilerde, seyahatlerde, yemeklerde, kahvaltılı toplantılarda, kokteyllerde iğne atsan yere düşmeyecek kadar gazeteci (!) var…
“Bu ne perhiz, ne lahana turşusu” diyeceksiniz…
Haklısınız…
Ama önce çuvaldızı kendimize batırmalıyız… Sonra iğne ile ne yapacaksak yapacağız!
Bunlar sözde gazeteci… Aslında cebinde devletin verdiği “Basın Kartı”nı taşımayana gazeteci denir mi? Bunu tartışmak lazım?
"Gerçek gazeteci" ile "Naylon gazeteci" arasındaki farktan çok, meslek kuruluşlarımız bu ayıklamayı ve açıklamayı yapmalı. Onların asli görevi bu olmalı. Yoksa bugün uğraştıkları değil…
Sarıdan sonra renk değişimiyle olanlar oldu demek de çok mantıklı değil. "Laf ola, beri gele" misali...
“Meslek elden gitti gidiyor” diye ağlama duvarına gözyaşı biriktirmekle mesleğimiz geri gelmez…
Elbette çeşitli nedenlerle basın kartı sahibi olamayan veya olması engelleyen gerçek medya emekçilerine söyleyeceğimiz bir tek kelimemiz bile olamaz. Asla da olmamalı!.. Suç onlarda değil. Gerçek suçluları bilmeyen yoktur ama hiç birisi “Kral çıplak” demeye cesaret edemiyor…
Bizim mesajımızın kime gittiğini herkes biliyor da, anlayan anlıyor. Anlamak istemeyene zaten bir sözümüz olamaz… Onlar gününü gün etmeye, kokteyllerde boy göstermeye, kahvaltı etmeye, yemek yemeğe, gezmelere devam etsinler…
Dün önlendi mi ki, bugün önleyebilesin!.. Azalacağına çoğalıyor. “Gerçek gazeteci” dediğimiz artık kelaynak kuşları gibi kaldı. Kesinlikle koruma altına alınmalı! 
Eline kalem almayan, üstelik alsa bile yakışmayan. İki kelimeyi bir araya getiremeyen, getirse de yazdığından bir şey anlaşılmayanlara bizim sözümüz… Bir de gazetecilik oynamaya çalışan, “ben her işi yaparım” mantığında olanlara… 10 doları ver, domaili al… Oldu mu sana çakma medya kralı!
Bence gazeteci; bu mesleği yüreğinde taşıyan olmalı...
Her toplu gönderilen e-mailleri son derece ciddi takip ederek, kaçırmamaya özen gösterip, davetin başköşesine kurularak gazeteciliği taklit edenlere; tuhaflıkları ile tanınan İngiliz din adamı, yazar ve koleksiyoncu Charles Caleb Colton’un şu sözüyle seslenmek istiyorum: “Taklit; şakşakçılığın en içten çeşididir.”
Elbette sadece mesleğimiz için geçerli değil, yukarıda yazdıklarımız… Her alanda görmek, duymak, yaşamak olası…
Doğru veya yanlışları tartışmak değil konumuz. Doğru olanı veya doğru bildiklerimizi sunmak… Bu arada herkesin her yazılanı beğenecek diye bir kural da yok. Buna da saygı duymamız gerekecek… Asla hiçbir bireyin özgür iradesine ambargo koyamayız!
Mesleğimizle iç içe olan ve yaşam kaynaklarından birisi, birincisi sporda herkesin önceliği futbol…
“Türk Futbolu”nda şampiyonluklara ambargo koyan ve hegemonyası altına alan Üç Büyükler (Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş) belki de tarihinde ilk kez aynı anda lig devam ederken teknik direktörsüz kaldı… Sadece antrenör sorunu mu sıkıntıları? Asla… Zirveden, lider 4. Büyük olarak kabul edilen Trabzonspor’dan çok uzağında kalmak taraftarlar için en büyük ızdırap!
Bu arada atlamayalım. Futbol dünyası, uzun süredir, üç büyük takımın seyircilerinden duymadığı “Yönetim İstifa” tezahüratlarına duyar oldu… Sanki hasret kalmışlar ki;  o sesler İstanbul’da gökyüzünü aştı, Anadolu’yu sardı…
Şimdi siz haklı olarak “Bize ne üç büyüklerden” diyeceksiniz. Ama kazın ayağı hiç de öyle değil.
“Takım tutmam” dersem yanlış olur. Kendi kulübüm olduğundan öncelikle taraftarıyım. Sonra yaşadığım kentin takımını desteklerim. Doğduğum, yaşadığım şehirlerin temsilcilerini unutmam… Üç büyüklerse bana uzak… İzmir’de olup da İstanbul takımlarına gönül vermek… Bilemedim! Bana ters…
Bir gerçek var ki, o da “Üç büyük takım” hastalığı tam bir fanatizm…
En yakınınızdaki kulübün yöneticisi bile üç büyük takımdan birini tutuyor… İnkara gerek yok!
Görmediği, bilmediği, gitmediği şehrin takımına ölesiye tutkulu olmak biz Türklere mi mahsus onu da bilemiyorum?
Sadece ülkemizde değil… Yavru vatan da da aynı durum söz konusu. Azerbaycan da farklı değil…
Nasıl mı?
Bakü’deyiz…
Bakü Devlet Üniversitesi’nde sporcu ve gelecekte sporu yönetecek öğrencilerin doldurduğu üç bin kişilik salonda Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Fair Play Komisyonu tarafından organize edilen “TMOK Fair Play Kervanı”nın panelindeyiz… Konuşmamın son bölümünde salona bir soru sordum. Aslında peş peşe oldu bunlar…
Bakü’nün o yıl en popüler olan ve ülkenin şampiyon futbol takımı Bakü Futbol Kulübü içindi, birincisi…
“Bakü Futbol Takımını kim tutuyorsa el kaldırsın…” dediğimde inanın el kaldıran on, on beş kişiydi…
Sonrasında “Fenerbahçeli olanlar” dediğimde salonda büyük bir bölüm ellerini kaldırdı. Yeniden sordum: “Beşiktaş’ı tutanlar?”  Yine bir bölümün elleri havalandı. Üçüncü büyük takıma geldi sıra. “Galatasaraylı var mı?” dediğimde, salon inanın “Cim Bom“ sesleriyle adeta sallandı… Neredeyse salon ayaklandı! Yıkıldı, yıkılacak!..
Belli ki, Bakü Galatasaraylıydı…
Şaşırdım mı? Hayır!
Dolaştığımız Bakü cadde ve sokaklarında o kadar çok sarı kırmızı formalı genç gördük ki, sorunun cevabı otomatikman verilmişti…
Neşet Ertaş, “İnsan değer verdiği şeylere gözüyle bakar, yüreğiyle taşır” derdi… Gerçekten de sporseverler dünyanın neresinde olursa olsun, değer verdiğini yüreğiyle birlikte üzerinde de taşıyor…
Kulübüne, semtine, armasına sahip çıkanların sayısının artması kadar hizmet etmesi de anlamlı olmalı. Bugün kulüplere bırakın hizmet edecekleri, başkan ve yönetici bulamayanlar bile var.
Bulanların bunlara sıkı sıkı sarılması gerekir. Gerçek spor adamlarına saygı duyulmasını da istemek biz sporu sevenlerin en büyük hakkıdır diye düşünüyorum. Burada Hz. Mevlana’nın şu sözünü hatırlatmakta yarar var: “Acı su da, tatlı su da berraktır. Sakın görünüşe aldanma… Görünüşte herkes insandır ama gerçek insan hal ehli olandır.”
Bu sözden çıkaracağımız çok büyük derslerin olduğunu da düşünün derim…
Aslında yaşanan tüm spor olayları gerçeğin aynası gibi. İçinden cımbız ile ayıracağımız notları bulmak o kadar da zor değil. Futbol maçında atılan bir tekme, ayağa basma, elle tutma. Basketbolda diz çıkarma, omuza basma…
Örnekleri diğer spor olaylarıyla çoğaltabiliriz.
Ama en güzeli yazıyı ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözüyle bitirelim:
“Spor, yalnız beden kabiliyetinin bir üstünlüğü sayılmaz. İdrak ve ahlak da bu işe yardım eder. Zekâ ve kavrayışı kısa olan kuvvetliler, zekâ kavrayışı yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa çıkamazlar.” 

Yorum Yazın

Facebook Yorum

AVNİ ERBOY

    iletişime geç

    AVNİ ERBOY

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    Twitter
    Instagram
    Youtube
    Köşe Yazarları
    ATİLLA KÖPRÜLÜOĞLU
    ATİLLA KÖPRÜLÜOĞLU Bir Efsaneydi Levent Kırca 
    ERDOGAN ARIPINAR
    ERDOGAN ARIPINAR Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi'nde neler oluyor?
    Prof. Dr. YAVUZ TAŞKIRAN
    Prof. Dr. YAVUZ TAŞKIRAN Kongre sonrası
    AVNİ ERBOY
    AVNİ ERBOY Spor sadece futbol mu?
    SEVGİ MOLVA
    SEVGİ MOLVA Zeytin ağacıma dokunma
    BEDRİ CUMHUR DOĞU
    BEDRİ CUMHUR DOĞU Karşıyaka Körfezi’nde Dalgalanan Bayrak
    ESAT ERÇETİNGÖZ
    ESAT ERÇETİNGÖZ Selçuk Efes Müzesini gezdim
    YILMAZ DURMAZ
    YILMAZ DURMAZ İktidarın yolu
    SEZGİ KAYA
    SEZGİ KAYA Dönemin en ünlü yazarlarından: Virginia Woolf
    SİNAN GENÇ
    SİNAN GENÇ Ataları düşman değil, kardeşmiş
    CAN BARHAN
    CAN BARHAN Jose Mourinho'yu uyarmak lazım
    OKAN YÜKSEL
    OKAN YÜKSEL Göztepe'nin koca kaptanı Gürsel Aksel
    FİRDEVS TUNÇAY
    FİRDEVS TUNÇAY Bakü'de bir Karşıyaka sevdalısı
    Prof. Dr. YÜCEL OCAK
    Prof. Dr. YÜCEL OCAK Kirli düşüncelerinizi ve ellerinizi futbolun üzerinden çekin
    Dr. ŞABAN ACARBAY
    Dr. ŞABAN ACARBAY Antrenörler ve yorgunluğun giderilmesi
    Prof. Dr. SEYHAN HASIRCI
    Prof. Dr. SEYHAN HASIRCI Futbolun ve futbolcunun kirli yüzü
    MUSTAFA YILMAZ
    MUSTAFA YILMAZ Halka ucuz gıda için...
    TEOMAN GÜRAY
    TEOMAN GÜRAY Bir kıvılcım yakmak
    EBRU DIVRAK
    EBRU DIVRAK Sonra ne oldu?
    Prof. Dr. İLKER GÜL
    Prof. Dr. İLKER GÜL Vatan, Millet, Sakarya gazı...
    Prof. Dr. BİLGE DONUK
    Prof. Dr. BİLGE DONUK Pandemi Döneminde Çocuk ve Spor
    MERT ERBOY
    MERT ERBOY Kaf Kaf maç sonu çekilir!
    Dr. HAKAN TARTAN
    Dr. HAKAN TARTAN Bir insanlık abidesi Kemal Baysak
    ERDAL İZGİ
    ERDAL İZGİ İki bin onsekiz
    TUNÇ AFŞAR
    TUNÇ AFŞAR Yeniden yapılanma
    Kimse Duymasın
    KünyeGizlilik PolitikasıRSSSitemapSitene EkleArşivİletişim
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDINYOUTUBE

    Kimse Duymasın 2020 | Yazılım: Onemsoft

    Haber GönderFirma Ekleİlan Ekle